Konuşma ve Lisan Gelişimi
İnsanlar günlük yaşamda birbirleriyle farklı yollar aracılığıyla etkileşim içinde bulunurlar. İnsanların hareketleri, kendi çevrelerindeki kişilerin hareketini etkilemektedir, bu da sosyal etkileşimin oluşması anlamına gelmektedir. Bu sosyal etkileşimler, iletişim, konuşma ve dil olmak üzere üç farklı boyutta incelenebilir.Dilbilimsel bakış açısından iletişim; düşünceleri, duyguları ve fikirleri ifade etmek ve anlamak amacı ile kurala dayalı akıl sistemlerinin dil kodları olarak tanımlanmıştır. Bir kod rastgele sembollerin düzgün sıralı bir hale gelmesini ve bu kodu bilen başka bir kişinin de bu kodun içeriğini anlamasını sağlayan bir kurallar sistemidir (McLaughlin, 2006).
Bir iletişimin kurulabilmesi için bir kod en azından iki kişi tarafından paylaşılmalıdır. Eğer gönderen (konuşmacı) ve alan (dinleyici) farklı kodlar kullanırlarsa herhangi bir bilgi alışverişinin olması mümkün değildir (McLaughlin, 2006).
İnsanlar iletişim kurmak için el kol işaretleri, mors alfabesi ve yazı olmak üzere birçok yönteme başvururlar. Ancak, bunların içinde en eski ve en geçerli olanı konuşmadır. Konuşma iletişim kurmak amacıyla, konuşma düzeneğinin nöromüsküler kontrol yolu ile konuşma seslerinin üretilmesidir. Konuşma düzeneği gırtlak, yutak, yumuşak damak, dil, dişler, dudaklar ile birlikte ağız ve geniz boşluklarından oluşmaktadır (McLaughlin, 2006). Konuşma bu düzeneklerde üç düzeyde meydana gelir: solunum, sesleme (ötümleme/fonasyon), sesletim (artikülasyon) (Ege, 2010)
Dil, anlamları ifade etmek için toplumlarca paylaşılan, rastgele seçilmiş ama gelenekselleşmiş, kullanımları kurallara bağlı olan semboller sistemidir (Ege, 2006). Günümüzde dil farklı bakış açılarından tanımlanabilmektedir. Dilin esas özellikleri her bir bilirkişinin bilim dalına ya da odak noktasına göre değişebilmektedir. Bazıları dili sınıflandırma aracı görerek dilin sosyal bir davranış olduğuna odaklanmışlardır. Diğerleri öte yandan bizim üstün zekâmıza benzer olarak dili karmaşık bir beceri olarak görerek, dili insanların öğrendiği birçok davranıştan birisi olarak görüyorlar. Son olarak, dili zekâ kuralları sistemi olarak görerek bazıları da dilin yapısını vurgulamışlardır (McLaughlin, 2006).
Sosyal Bir Araç Olarak Dil: Sosyodilbilimciler (Austin, 1962; Searle, 1969) dilin insan etkileşimlerinde sosyal bir araç rolünü olduğuna değinmektedirler. Bu kişiler dilin sosyal etkileşimden farklı bir biçimde var olmadığını vurgulamaktadırlar. Bu görüşe göre, dilin esas görünüşleri, konuşma sebeplerimizden (niyetler), konuştuğumuz hallerden (durumlar) ve belli durumlara dayanarak farklı biçimlerde konuşmamızdan (değişimler) oluşmaktadır (McLaughlin, 2006).
Öğrenilmiş Bir Davranış Olarak Dil: Dili sosyal bir araç olarak kabul etmenin yanı sıra, davranış bilimciler (Örneğin; Skinner, 1957) dilin öğrenilmiş bir davranış olduğunu vurgulamaktadırlar. Bu görüşe göre, dil sosyal olaylar sonucunda öğrenilmiş sözlü bir davranış biçimidir. Diğer bir deyişle, konuşuyoruz çünkü konuşmamız diğer kişilerin davranışlarını olumlu yönde etkilemektedir. Başkalarının bizim sözlü davranışımıza cevap verme yöntemleri, bizim gelecekte nasıl ve ne zaman konuşacağımızı belirleyecektir (McLaughlin, 2006).
Akıl Kuralları Sistemi Olarak Dil: Psikodilbilimciler (Berko Gleason, 2001; Bloom& Lahey, 1978; Chomsky, 1957; Hockett, 1960) dili akıl kuralları sistemi olarak görmektedir. Psikolodilbilimcilere göre kişi, dünya hakkında fikirlerini belirtmek amacı ile sembolleri (sözcükler) düzene sokarken akıl kurallarını (grammer) kullanmaktadır (McLaughlin, 2006).
Bloom ve Lahey (1978), dilin üç bileşenden oluştuğunu kabul ederler; biçim (form), içerik (content), ve kullanım (use) (Bloom ve Lahey, 1978 s:11-23) . Biçim bileşeni, sesbilgisi, biçimbilgisi ve sözdizim yapılarını içerir. İçerik, dilin anlam bilgisini; kullanım ise, dilin iletişim amacına yönelik işlevlerini içeren edimbilgisi (kullanımbilgisini) içerir. Geleneksel dilbilim, bu bileşenleri dilin anlambilgisi (semantik), sesbilgisi (fonoloji), biçimbilgisi (morfoloji), sözdizimi/dizinbilgisi (sentaks) ve edimbilgisi / kullanımbilgisi (pragmatik) ana katmanları olarak beş kurallı sistem ve altalanlar olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda her bileşen dilbilimde kendi alt disiplinini de doğurmuştur. Dili incelerken beş bileşen birbirinden ayrı betimlense de birbiriyle çok sıkı bağıntılı, girişik, tek bir sistem olarak algılanır. Dil edinimi, kavram gelişimi ve buna bağlı olarak çocuklarda dil ve konuşma bozuklukları gibi alanlarda öncelikle bu ayrımı bilmek önemlidir (Topbaş, 2010). Dil gelişimi ve bozuklukları çok çeşitlidir. Normal dil gelişiminin zamanı ve sırası da çeşitlilik gösterebilir. Dil bozuklukları, hafiften şiddetliye, alıcı dilden ifade edici dile, konuşma üretiminden iletişimsel yeterliliğe kadar değişebilir (Kuder, 1997) . Normal olanı saptamak zordur. Bu bağlamda ne de belirli bir gelişme evresinde dil gelişiminde tam olarak ne olduğunu saptamak çok zordur.
Anlambilgisel (Semantik) Gelişim
Anlamlar söylediğiniz sözler aracılığı ile ifade edilebilir. Bu sözlüksel anlambilim (lexical semantic) olarak bilinmektedir. Anlam aynı zamanda kelimeler arasında ilişkiler aracılığı ile de iletilebilir. Bu da ilişkisel anlambilim (relational semantic) olarak bilinmektedir (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
Gelişim evresinde edinilen birimlerin anlamlı hale gelebilmesi, dili kullanan çocuğun kendini karşı tarafa daha rahat ifade edebilmesini sağlamaktadır. Dolayısı ile, anlam gelişimi, sesbilgisi ve sözdizim gelişimlerinden daha karmaşık ve tüm yaşamımız boyunca üzerine eklemeye çalıştığımız bir sistemdir (Maviş, 2010).
Ağlama Evresinden Basit Sözcük Topluluklarına Geçiş: Çocuklar 6 aylık olana kadar farklı kelimeleri anlayamıyorlar. Bu süreden sonra, ebeveynleri tarafından cesaretlendirildikleri müddetçe ellerini “güle-güle” şeklinde sağa sola sallamaya başlarlar ya da kardeşleri tarafından teşvik edildikleri sürece ellerini bağlarlar. İlk yıllarını doldurduklarında yaklaşık 20 kelime söylemeyi öğrenirler. 10 ile 14 aylık aralıklarında iken “anne” ve “baba” kelimelerinin haricinde kelimelerde telaffuz etmeye başlarlar ve 2 yaşına ulaştıklarında kelime dağarcıkları 200 ve hatta daha fazla sayıya ulaşmaktadır (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
Çocuklar yeterli sözcük birikime sahip oldukları zaman, iki ya da daha fazla kelimeyi kullanarak sözcük grupları oluşturmaya başlarlar. Bu olay, doğumdan itibaren 18 aylık periyodu tamamladıktan hemen sonra gerçekleşir. Bu iki ya da daha fazla sözcüğü kullanarak sözcük grupları üretme yeteneği, çocuklarda fikirler arasındaki ilişkileri ifade etme şevki uyandırır ve bu da çocukların sözcük sıralarını öğrendiğini gösterir. Örneğin, çocuklar “büyük” ve daha fazla” gibi niteleyici kelimeleri isimlerle kullanmaya başlayarak “büyük köpek” ve “daha fazla kurabiye” gibi sözcük grupları oluştururlar. Oluşturdukları bu sözcük gruplarının çoğu kişi (olayı yapan ya da sebep olan kişi) ile eylem (aktivite) ve mevzu (olayın yarattığı etki) arasında var olan ilişkiyi tanımlarlar. Bu anlamların birleştirilmesi aşağıdaki gibi sözcük grupları oluşturur (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
İlk Cümlelerden Hikâyelere (2-5 Yaş Arası) Geçiş: Çocukların kelime dağarcıkları okul öncesi dönemde hemen hemen katlanarak artmaktadır. Çocuklar iki yaşına geldikleri zaman yaklaşık 200 kelime bilgisine sahip olurlarken, yaklaşık 3000 ila 4000 kadar çok kelime anladıkları 4 yaşındayken bu kelime dağarcığı 200’den yaklaşık 1800’e kadar artmaktadır. Bu dönem de çocuklar isim ve fiil kelime dağarcıklarını genişletmektedirler. Aynı zamanda, çocuklar, yer yön belirteçlerini, (üstünde, altında, önünde, arasında gibi), zamanı niteleyen kelimeleri ( önce, sonra, -e kadar gibi), fiziksel ilişkileri belirten kelimeleri (sert, yumuşak, geniş, küçük gibi), sıfatları (mavi, kırmızı, büyük, küçük gibi) ve de zamirleri (ben, sen, o, biz gibi) öğrenirler. (Gillam, Marquardt, Martin; 2000). Bunun yanı sıra çocuklar kelimeler arasındaki karmaşık ilişkileri öğrenerek nasıl cümle kurulacağını da öğrenirler.
Konuşma Dilinden Yazı Diline Geçiş (Okul Yaşları): Okul çağlarında da çocukların kelime dağarcıkları çok hızlı bir şekilde gelişmektedir. Çocuklar okul çağlarında her yıl yaklaşık 3000 yeni kelime öğrenmektedirler. Bu bağlamda lise son sınıfa giden öğrencilerin yaklaşık olarak 80.000 farklı kelime bilgisine sahip oldukları ortaya çıkmaktadır (Miller & Gaildea, 1987).
Üst dilbilim yetisi, kelimelerin anlamları hakkında artan ince bilgiler arasındaki ilişkiye daha büyük bir anlam katmaktadır. Bu yüzden, okul çağındaki çocuklar anlama ve mecaz ve deyim gibi dil figürlerini kullanma yeteneklerini geliştirirler (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
Kelime dağarcığı yetişkinlik evresinde de gelişmeye devam etmektedir. Bu olay özellikle belirli mesleki kelimeler için geçerlidir. Bu bağlamda biyologlar, eczacılardan, mühendislerden ya da dil ve konuşma patologlarından farklı kelimeler kullanmaktadırlar çünkü bu mesleklerle uğraşan kişiler farklı şeyler üzerinde çalışmaktadırlar. Ortak kelime dağarcığı genelde ortak bir mesleğe ya da ilgi alanına sahip olan kişiler arasında sosyal ve ekonomik bağlar oluşturmak amacı ile yaratılırlar (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
Hayatın ilerleyen zamanlarında sinirsel değişikliklerin yol açtığı bazı anlamsal fonksiyonlarda düşüşler görülebilir. Kelimeleri anlama yeteneği yaşa bağlı olarak düşmez. Ancak, kullanılan kelime sayısıyla birlikte kelimelerin telaffuz hızlarında da bir düşüş meydana gelir (Benjamin, 1988). Zihinsel sözlükte “kullan ya da kaybet” niteliği görülür. Televizyon izleyen yaşlı insanlara göre, zihinsel olarak aktif (hala çalışan, meşgul bir sosyal hayata sahip olan ve daha çok okuyup yazan kişiler) kalan yaşlı insanların anlamsal yeteneklerinde daha az düşüş görülür (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
Sesbilgisel (Fonolojik) Gelişim
Crystal’a göre (2001), fonetik terimi dilin ses sistemini kastetmektedir. Çoğu zaman sesbirimsel olarak nitelendirilen fonetiğin en önemli bileşeni önemli konuşma seslerinin incelemesini içermektedir. Bu sesler (fonetikler) konuşmak için oluşturduğumuz kelimelerin yapı taşlarıdırlar. Örneğin, best kelimesi dört fonetiğin birleşimidir; /b/, /e/, /s/, /t/. Buna ek olarak, /r/, /e/, /s/, /t/ örneğinde olduğu gibi bir fonetiğin başka bir fonetikle değiştirilmesi başka bir anlam ifade eden başka bir kelime oluşturabilir (Hammill ve Newcomer, 2008).
Ağlamaktan Kısa Sözcük Topluluklarına (0-24 Aylar) Geçiş: Bebekler daha doğmadan önce aktif bir şekilde duydukları dil seslerini sınıflandırırlar ve gruplandırırlar. Deneylerde, anneler doğmamış çocuklarına tekrar tekrar aynı çocuk tekerlemelerini okudular. Doğumda yeni doğan bebekler, kendi anneleri tarafından okunan çocuk tekerlemelerini, başka kadınlar tarafından okunan çocuk tekerlemelerine nispeten daha uzun süre boyunca dinledikleri gözlenmiştir (DeCasper, Le Canuet, Busnel, Granier-Deferre, & Maugeais, 1994; DeCasper, & Spence, 1986). Aynı zamanda, yeni doğmuş bebekler kendi dillerinin ses düzenlerini başka dillerin ses düzenlerine nazaran daha uzun süre boyunca dinlerler (Mehler, Jusczyk, Lambertz, Halsted, Bertoncini, & Amiel-Tison, 1988). Dolayısıyla, çocuklar konuşmalara maruz kalmaya başladıkları ilk anlardan itibaren, kendi ana dillerinin düzenlerini işlemeye ve hazmetmeye başlarlar (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
Biyolojik açıdan yeni doğmuş bebekler için solunum ve beslenme birincil, konuşma ise ikincil dereceden önemli fonksiyonlardır. Bebekler birincil dereceden önemli fonksiyonların kontrolünü aldıktan hemen sonra konuşma ortaya çıkar. Bebeklerde konuşma agulama, homurdanma, cırlama, yetişkin sesler, gibi birçok farklı ses üretme şeklinde başlar. Çocuklar konuşmayı sağlayan kasları kontrol etmeyi öğrendikçe farklı ünlü ve ünsüz sesleri bir arada kullanarak birçok heceyi sıralamaya başlarlar. Bebekler 7 aylık oldukları zaman aynı heceyi tekrar tekrar söylemeye başlarlar (örneğin; bababa) ve bu işleme tekrarlı babıldama denir. Bebekler bu aşamadan sonra farklı heceleri ardı ardına sıralamaya başlarlar (örneğin; bavabade), bu işleme de çeşitli babıldama denir. Bebeklerin babıldamaları daha sonra yetişkin gibi vurgulamaları takip eder, buna da jargon dili denir. Jargon dili hiçbir kelimenin anlaşılmaması ile birlikte seslerin tümce ve soru şeklinde görüldüğü bir evredir. Çocuklar 2 yaşına kadar jargon dilindeki bu sesleri gerçek seslerin arasına serpiştirirler (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
İki-Beş Yaş Dönemi: İki yaşından itibaren çocuklar, sesleri daha hassas bir şekilde çıkarmaya başlarlar. Çocuk tarafından ilk kazanılan fonemler şunlardır: m, b, n, w, d, p, h. Bu sesler birçok çocuk tarafından 3 yaşından önce kazanılırlar. Bundan sonraki fonem grupları (t, n, k, g, f, v, gibi) çocuklar 3 ila 5 yaş aralarındayken kazanılır. Son fonem toplulukları ise şunlardır: s, z, r (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
Konuşma Dilinden Yazı Diline (Okul Çağları): Beş yaşından sonra çocukların konuşmaları devamlı bir şekilde yetişkin konuşmasına benzemeye başlar. Daha önce de belirtildiği gibi, bazı sesler 7-8 yaşlarına kadar çocuklar bazı sesleri mükemmel bir şekilde çıkaramayabilirler. Çocuklar bu dönemde de (-str ve –sl gibi) ünsüz öbeklerini oluşturmaya adapte olurlar. Çoğu kelimeler doğru düzgün bir şekilde üretilir, ancak, karmaşık kelimelerin üretimi sırasında yahut geç kazanılan bazı seslerin oluşturduğu kelimelerin üretimi sırasında, bazı fonolojik işlemler arada sırada rastlanılabilir. Örneğin, çocuklar spagetti veya eczane gibi çok heceli bazı sözcükleri üretirken sıkıntı yaşayabilirler (Gillam, Marquardt, Martin; 2000). Daha önce, dili bir bütün olarak düşünme yeteneğine üstdil işlevi denildiğinden bahsetmiştik. Okul dönemi öncesi periyodun son dönemlerinde veya ilkokul çağlarında, çocuklar duydukları ve söyledikleri kelimelerin yapılarının farkında olurlar ve zihinlerinde bu kelimeleri işlemeye başlarlar. Bu yetenek, okuma için son derece önemli olan ciddi bir beceri olarak fonolojik bilinç olarak bilinir. Örneğin, çocuklar “fan” ve “man” kelimelerinin kafiyeli olduklarını anlayabilirler. Daha sonra, “hot” ve “horse” kelimelerinin aynı seslerle başladıklarını algılayabilirler. İkinci sınıfa gelmeden önce çocuklar, kelimeleri kurucu fonemlerine (“sun” kelimesi için s, u, n gibi) ayırt edebilir ve bu fonemleri silebilir duruma gelmeleri gerekir (“school” kelimesini s harfi olmadan söyleyebilmek gibi) (Gillam, Marquardt, Martin; 2000). Yetişkinlik Dönemi: Büyüme işleminin bir parçası olarak zamanla kaslar körelir ve kıkırdak sertleşir. Bu fiziksel değişimler de aynı şekilde bazı ses üretimlerinde değişikliklere yol açar (Gillam, Marquardt, Martin; 2000). Örneğin eklemleme hususunda daha genç erkeklere nazaran, erkek konuşmacıların sessiz harfleri daha belirsiz bir şekilde ürettikleri gözlemlenmiştir.
Sözdizimsel (Sentaktik) ve Biçimbilgisel ( Morfolojik) Gelişim
Biçimbilgisi, sözcüklerdeki kök ve ekleri, bunların kurallı düzenleniş biçimleri ile türetilişlerindeki özellikleri içerir. Sözdizimi ya da dizinbilgisi, sözcüklerin kurallı bir biçimde sözce içinde diziliş kurallarını içerir (Topbaş, 2010, 31-32).
2 yaş civarında olan birçok çocuk, “Ayşe git” ya da “oraya git” gibi iki kelimeli sözcük öbeklerini kullanmaya başlarlar. Bu sözcük öbekleri anlam ilişkisi açısından en iyi şekilde “kişi + eylem” ve “yer + eylem” olarak sınıflandırılırlar.
Bu tür sözcük toplulukları söz diziminin kalıplarını oluştururlar çünkü bu söz dizimi kalıpları dilin kelime sırasını yansıtır (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
Çocuklar 2-5 yaş arasında ilk olarak bir iki kelimelik sözcük toplulukları oluşturmaktan, 10 kelimeye kadar ulaşan cümleler üretmeye kadar mesafe gösterirler. Çocuklar çok kelimeli sözcük toplulukları sayesinde daha belirgin anlamları ifade etmeye başladıkça, dil bilgisi biçimi ve söz dizimi önemli bir hal alır (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
Brown, 1973’te morfem sayısıyla belirlenen ortalama sözce uzunluğunun (OSU) okulöncesi yaşlardaki çocuklarda ifade edici dil gelişimini sayısal olarak tanımlamakta faydalı olacağını göstermiştir. Brown ünlü çalışmasında küçük çocukların dil gelişimlerindeki değişkenliğe işaret ederek, OSU’nun kronolojik yaşa göre sözdizimsel gelişimi daha iyi kestirdiğini ifade etmiştir (Ege ve ark., 1998). Brown’a göre (1973), çocuğun dil gelişiminde belirleyici olan yaş değil içinde bulunduğu OSU (Ortalama Sözce Uzunluğu) düzeyidir. Brown dil gelişimini OSU düzeyine göre evrelere ayırarak, her evrede ne tip gelişimin ağırlıklı olduğunu belirlemiştir (Ege, 2010). I. Evre’de tek sözcük ve semantik rollerle oluşturulan basit cümleler görülür. II. Evre’de dilbilgisel morfemler ortaya çıkar. III. Evre basit cümlelerin soru, emir cümle yapıları ve olumsuz yapılar gibi farklı cümle yapılarında tekrar düzenlendiği süreçtir. IV. Evre’de okul öncesi çağındaki çocuklar bir cümlenin öğelerini diğer cümle ile birleştirebilir. Son olarak V. Evre’de çocuk iki cümlenin öğelerini tek bir cümlede birleştirebilir (McLaughlin, 2006).
İsim eklerinden durum bildiren –i ve yön bildiren –e en erken beliren ekleridir. Topbaş ve arkadaşlarının (1996) çalışmasında, her iki ek de çalışmanın en küçük grubu olan 15 aylık grupta görülmekteydi. Bu yaş grubunda ayrıca iyelik eki –m ve tamlayan eki –nin de kullanılmaktaydı. Bunları birer aylık aralarla yer eki –de (16 ay), çıkma belirten –den (17 ay) ve araç belirten –le (18 ay) nin izlediği belirtilmektedir. Başka çalışmalarda bu dönemde çoğul ekinin de görüldüğü gözlenmektedir.
Erken edinilen eklerden eylemlerle kullanılanların başında belirli geçmiş zaman eki –di ve süreklilik belirten şimdiki zaman eki –iyor gelmektedir. Aksu-Koç (1988), çalışmasının başında 21 aylık çocukların bu zaman eklerinin yanı sıra niyet eki –sın’ın zaten bulunduğunu ifade etmektedir. Bu 15-20 aylık dönemde, bahsi geçen eklerin yanı sıra, şahıs, olumsuz ve soru eklerinin de kullanılmaya başladıklarını görmekteyiz (Topbaş, 2010).
Zaman eklerinden geniş zaman eki–er, ve miş’li geçmiş zaman eki, diğer zaman eklerini izlemektedir. İki üç yaş arası kazanılmaya başlayan bu biçimbirimlere edilgen –il (kırıldı), koşul –se (giderse), ettirgen –tır (yaptırdı) gibi sonradan edinilenler eklenmektedir. 2;0 -5;7 yaşları arasındaki çocuklarda edilgen, ettirgen, işteş –iş (öpüşmüş), ve dönüşlü –n(yıkanmak) biçimbirimlerinin ediniminin enlemesine incelendiği bir çalışmada (Maviş ve Ege, 2002), 2;0 yaş grubunda edilgen ve işteş eklerinin gözlendiği ve sırasıyla dönüşlü(2;4 ay) ve ettirgen eklerinin (2.9 ay) kullanımının izlediği belirtilmektedir (Topbaş, 2010).
3 yaşından sonra çocuklar farklı tümceleri bağlaç ve/veya bağlaç görevi yapan sözcüklerle birleştirmeyi öğrenmektedirler (Örn: “Parka gidecem ama annem izin vermiyo”) . 3-7 yaşları arasında bağlaç kullanımı sürekli arttığı, bu artışın 5-7 yaşları arasında çok belirgin olduğunu belirtmişlerdir (Topbaş, 2010).
Okul çağlarında çocuklar daha farklı karmaşık cümleler kullanmaya başlarlar. Bu, çocukların birden çok kümeyi bir cümleye koymalarına adapte olmalarıyla gerçekleşir. Karmaşık cümleleri ilk olarak bağlaçlar sayesinde şekillendirilirler (örneğin, o doğum günüme geldi ve bana bir hediye aldı). Daha sonra çocuklar zarf tümceleri yolu ile koşul (örneğin, sinemaya gittikten sonra dondurma yedik) ve ya nedensellik (örneğin, buraya gelmeni istiyorum çünkü yalnız oyun oynamayı sevmiyorum) ifade etmeyi öğrenirler. 8 yaşına geldiklerinde çocuklar birden fazla koşulu bir arada aynı cümle içerisinde kullanmayı öğrenirler (örneğin, Steve’den bize kimya dersi ile ilgili yardım etmesini istedik ama yardım etmedi çünkü kendini herkesten daha zeki sanıyor). Okul çağlarındaki dil gelişiminin önemli bir parçası da daha edebi (resmi) bir dil yapısı öğrenilmesidir. Daha çok sıklıkla okuyup yazdıkları zaman çocukların dili bazen daha edebi bir şekilde seslenir. Örneğin, “okuyucular kafatası sinirlerini hafızaya almak zorunda olmadıklarını öğrenmekten memnun kalacaklardır” cümlesi, “iddiaya girerim bunu duyduğuna bayılacaksın” cümlesinden daha çok yazı dili gibidir. İlkokulun bitimine ve ortaokulun başlarına doğru çocuklar, edebi dil için gerekli olan daha çok sözdizimsel araçlar öğrenirler ve bu biçimleri ne zaman ve nerde kullanacaklarını öğrenmeye başlarlar (Gillam, Marquardt, Martin; 2000).
Yetişkinlik Dönemi: Yaşça daha büyük kişiler biçimi ve söz dizimini konularını anlama ve kullanma da değişiklik gösterirler. Bu kişiler daha az yüklem zamanları ile dilbilgisi biçimleri kullanmaya eğilimlidirler. Yaşça büyük kişiler aynı zamanda yaşça daha küçük kişilere nazaran daha sık dilbilgisi hataları yaparlar. Zihinsel sözlükte görülen bazı değişiklikler doğrudan söz dizimi ve pratiklikle ile ilgilidir. Örneğin, yaşça büyük kişiler bir hikâye anlatırken zamirleri belirli isimlerden daha çok kullanırlar. Buna ek olarak, edilgen cümleler ve hafıza gerektiren alt cümleler gibi daha karmaşık biçimler üretiminde de hatalar gözlenmektedir. Bu kişiler için aynı zamanda “küçük kızın okula giderken bir bahçeden kopardığı gülü saçına takmış kadını gördüm” cümlesindeki gibi karmaşık söz dizilimlerinde anlama güçlüğü ortaya çıkabilir. Tekrar belirtmek gerekirse, bu sorunlar kelimeleri idrak etmek yeteneğindeki düşüşten çok hafıza gerektirilen kelimeler için geçerlidir (Gillam, Marquardt Martin, 2000).
Edimbilgisel (Pragmatik) Gelişim
Çocuklarda dil edinimi sosyal etkileşim sonucunda gerçekleşir. Bu yüzden sosyal etkileşim yetersizliği yaşayan çocukların dil gelişiminde gerilik yaşanması beklenen bir sonuçtur. Henüz sözel dili olmayan bebek gereksinimlerini karşılayabilmek için konuşma benzeri sesler çıkarır. Bebek farklı sosyal bağlamlarda farklı sesler üretir. Bu durum bebeğin dili iletişimsel amaçlara yönelik kullanabildiğini göstrerir.
Çocukların ana dillerini öğrenmeleri, o dili çeşitli bağlamlarda nasıl kullanacaklarını bilmeleri ve kullanmaları, o dilin kullanıldığı kültürde yaşamaları demektir. Çocuklar dili daha iyi kullanan yetişkinler ile çeşitli sosyal bağlamlarda etkileşerek belli yapılarda ustalaşırlar. Bu etkileşimlerin yapısı ve tekrarlılığı çocukların tahminlerini geliştirir ve giderek dil kullanımında bağımsızlaşırlar. Çocuklar bu etkileşimler yoluyla kendi kültürlerinin iletişim kurallarını öğrendikleri gibi dil yapılarını da pekiştirirler. Sosyal etkileşim içinde sadece dil öğrenilmez, dilin kullanımının konuşan kişilerin sosyal geçmişlerine, rollerine ve konuşmanın geçtiği ortama göre değiştiği de öğrenilir (Maviş, 2006).
Dil gelişimi ve dil bozuklukları değerlendirilirken dili oluşturun bileşenlerin her biri değerlendirme sürecine dahil edilmeli, hiçbiri atlanmadan tam bir değerlendirme yapılmalıdır. Dil ve konuşma bozukluğu olan bir bireyin dilindeki ve konuşmasındaki bozukluğu bireyin ailesi veya çevresindeki kişiler de kendilerine göre tanımlayabilirler. Örneğin “Çocuğumuz k’leri söyleyemiyor, bazı harfleri atıyor, düzgün cümle kuramıyor” gibi ifadeler kullanarak çocuğun problemini ifade etmeye çalışırlar. Kliniğe “Düzgün cümle kuramama” şikayetiyle başvuran bir bireyin bu şikayetinin altında yatan temel neden sözcük dağarcığının kısıtlılığı olabileceği gibi bazı ekleri kullanmaması ya da sözcükleri bağlamına uygun kullanmaması da olabilir. Bireydeki dil bozukluğunun dilin hangi bileşeni veya bileşenleriyle ilgili olduğunu saptamak için dil değerlendirmesinin geniş bir yelpazede, dili oluşturan tüm bileşenlerin teker teker değerlendirilerek yapılması gerekir. Böylece bireyin dil ve konuşma problemi daha ayrıntılı analiz edilebilir ve dilin hangi bileşeninde ne kadar bozukluk olduğunun saptanmasıyla bireye uygun terapi planı hazırlanabilir.
Türkiye’de dil değerlendirme araçları sınırlı sayıdadır. Bunlardan bazıları şunlardır: dilin sesbilgisi bileşenini ölçen Türkçe Sesletim Sesbilgisi Testi (SST) (Topbaş, 2003), çocukların sesletim becerilerini ölçen Ankara Artikülasyon Testi (AAT) (Ege ve ark. 2004), alıcı dil sözcük dağarcığını ölçen Peabody Resim Kelime Testi (Katz ve ark., 1972), alıcı ve ifade edici dili ölçen Türkçe Erken Dil Gelişimi Testi (TELD-3:T) (Topbaş ve Güven, 2007).
İşitme Engelli Çocuklarda Dil Gelişimi
İşitme kaybının yarattığı işitsel yoksunluk dil edinimini etkilemektedir. Özellikle çocukluk döneminde görülen kayıplar dil performansını ve akademik başarıyı olumsuz yönde etkilemektedir. Çocuğun işitseldil girdilerinden yoksun kalması, çocuğun anadilinin anlambilgisi, sesbilgisi, biçimbilgisi, sözdizimi ve edimbilgisi katmanlarını geliştirebime yeteneklerini etkilemekte ve gecikmeli bir dil gelişimine neden olmaktadır.
İşitme kayıplarının hafiften çok ileri dereceye işitme kadar çeşitli türleri bulunmaktadır. Çok hafif ve geçici bir işitme kaybı bile çocuğun dil gelişimini etkilemekte, çocuğun bazı sesleri duymasını engellemektedir
Dil gelişimi konusunda da anlatıldığı gibi sesbilgisel açıdan bebekler 2. ve 3. aylarında agulama, 5. Ayın sonuna doğru [ba], [da] gibi ünlü ve ünsüz sıralamaları yapar. Bu ünlü-ünsüz sıralamaları bebeğin gelişimi ve olgunlaşması ile ilişkili olduğundan hem normal gelişen hem de işitme engelli bebeklerde görülmektedir.
7. aydan itibaren tekrarlı babıldama dediğimiz aynı heceyi tekrar tekrar söyleme başlar. Bu dönemde normal işiten bebek hızlı bir şekilde ünlü ve ünsüzleri üretirken, işitme engelli bebeğin babıldamasında belirgin bir azalma görülmektedir. Normal gelişim gösteren bebek çevresindeki seslerle pratik yapıp geri dönüt alırken , işitme engelli bebek bu yönden eksik kalmaktadır. Babıldamanın başlaması olgunlukla ilişkilendirilirken, babıldamanın ve giderek ses dağarcığının gelişmesi insan seslerine maruz kalmayla ilişkilendirilmektedir.
/p/, /b/, /m/ gibi dudak ünsüzleri, işitme engelli çocukların seslettikleri en erken ünsüzlerdir. Bunun nedeni vokal traktın gerisinde sesletilen ünsüzlere göre daha görünür olmalarıdır. Daha geriden çıkan sesler, işitme engelliler tarafından daha geç edinilir ve kusurlu üretilir.
Anlambilgisi açıdan baktığımızda, normal işiten bebeklerin 12 ay civarında ilk sözcüklerini söylediklerini ancak ilk sözcüklerini söylemeden yaklaşık 50 sözcük edindiklerini biliyoruz. Çocukların anladıkları, ifade ettiklerinden daha fazladır. 18-24 ay arasında çocuklar yaklaşık 50 sözcük söyler, bundan sonra kelime dağarcığı hızlı gelişir ve günde 2-3 kelime öğrenir. Çocukta anlam ağının gelişmesiyle tek sözcük evresinden iki kelimeli cümlelere geçiş görülür. İşitme engelli çocuklarda bu evreler normalden daha uzun sürmektedir. Birçok araştırma sonucu, işitme engelli çocukların işiten yaşıtlarına göre daha az sözcük bildikleri, ileri yaşlardaki işitme engelli çocuklarında aynı problemi yaşadıkları, bir sözcüğün çoklu anlamını işiten akranlarından daha geç, belki de hiçbir zaman öğrenemedikleri, ileri yaşlarda özellikle deyim ve atasözlerini anlamakta zorluk çektiklerini göstermiştir. İşitme engelli çocuğa sağlanan zengin yaşantı, onun sözcüklerin çoklu anlamlarını kavramasını sağlayacaktır.
İşitme girdisinden yoksun olmak, işitme engellilerin dil ve konuşmalarında hem segmental (parçasal) hem de suprasegmental (bürünsel / parçalarüstü) sorunlarla kendini gösterir. Ünlü ve ünsüzlerin üretimindeki çarpıklıklar, seslerin birbirleri yerine kullanımı, hatalı kullanımı veya atılması, sesleri bir araya getirmede yaşanan problemler işitme engelli bireylerin konuşmalarında rastlanan artikülasyon hatalarıdır. Bununla birlikte bürünsel özellikler açısından zaman kontrolünün yetersiz olduğu, bunun konuşmalarının yavaş ve zahmetli algılanmasına sebep olduğu (Alpiner ve McCarthy, 1987; Maasen ve Powel, 1985, akt. Çeliker & Ege,2005), seslerinin tizliğini ayarlayamadıkları, tizliği gereksiz ve uygunsuz olarak değiştirdikleri (McGarr ve Osberger, 1978, akt. Çeliker & Ege,2005) ve süre ve ritim ile ilgili problemler yaşadıkları (O’Halpin, 1997, akt. Çeliker & Ege,2005) gözlenmektedir. Bütün bunlara bağlı olarak da dilin sentaks ve morfoloji gibi diğer yapısal bileşenlerinde de- zorluklar görülür. İşitme engellilerde konuşma anlaşılabilirliği ile ilişkisi olan bir başka faktör suprasegmental konuşma üretimleridir. Suprasegmental üretimde karşılaşılan hataların çoğunluğu tonlamayla ilişkili temel frekansın (Fo) kontrolündeki yetersizlik, nefes kontrolünü doğru yapamama, konuşma hızı yavaşlığı, hatalı durak kullanımı, hatalı ezgi, ritim, vurgu ve ses kalitesindeki bozukluklar olarak tanımlanmıştır (Carney, 1986; Girgin, 1997¸ akt. Çeliker & Ege,2005).
Normal gelişim gösteren çocukta işitme başlangıçtan itibaren etkindir. Çocuk sesin farkındadır ve yakın çevresindeki insanların çıkardıkları her türlü ses onun için belli anlamlar ifade eder. İşitme duyusu sayesinde çocuk aynı zamanda seslerin kaynağını dinleyip arar, konuşmalara karşılık verir, duyduğu sesleri taklit eder, ritmik ve kontrollü sesler kullanmaya başlar. Sözcük dağarcığı gelişir, yaptığı hataları dinleyerek düzeltebilir. İşitme yolu ile kazanılan bu beceriler sayesinde çocuk, iletişim için gerekli dili kazanır (Atay, 1999; Cole, 1992, akt. Çeliker & Ege,2005).
İşitsel girdiden yoksun olan ve işiten akranları ile benzer işitsel deneyimleri yaşayamayan işitme engelli çocukta, bu durum daha farklı gelişir. İşitme engelli çocuklar hayatın ilk yıllarında konuşma dilini kazanırken işiten akranlarına çok benzer bir gelişim sergilerler. Ancak başlangıçta ürettikleri sesler zaman içinde azalma eğilimi gösterir, taklitler ortadan kalkar, ses üretimleri hem niteliksel hem de niceliksel olarak farklılaşır. İşiten çocuklar gibi rastlantısal öğrenmeleri gerçekleştiremezler ve dil gelişimleri etkilenir (Atay,1999, Cole,1992, Elffenbein, Hardin-Jones ve Davis, 1994; Yoshinaga-Itano, 1999, akt. Çeliker & Ege, 2005).
İşitme Engelli Çocuklarda Rehabilitasyon/ Habilitasyon
İşitme kayıplı çocuğun dil ve konuşma gelişimini etkileyen birçok faktör vardır. Bunlar: İşitme kaybı derecesi, işitme kaybının başladığı dönem, işitme kaybının konfigürasyonu başka bir özrün bulunup bulunmaması, işitme kaybını tanılandığı yaş, aldığı eğitimin niteliği ve niceliği…gibi.
İşitme rehabilitasyonu ile amaç işitme kaybı sonucu yetersiz durumda bulunan sözel iletişim kurma yeteneklerinin yeniden kazanılmasını sağlamakken; İşitme habilitasyonu ile amaç işitme kaybından dolayı dil ve konuşmayı edinememiş bir bebeğe/çocuğa, sözel iletişim becerisini kazanmasını sağlamak üzere bir program uygulamaktır. Bu programın sonucunda çocuğun işitsel becerileri gelişir, dil- konuşma edinimi gerçekleşir, buna bağlı olarak akademik beceriler kazanılır ve çocuğun yaşam boyu uygun ve başarılı bir şekilde iletişim kurması sağlanılmış olur.
Her iki durumda da uygulanan programlarda, işitme kaybına bağlı olarak azalmış olan işitme duyarlılığını karşılamak üzere konuşma seslerinin şiddetinin yükseltilerek hastaya iletilmesi gerekir. Konuşma seslerini ileten araçlar sıklıkla işitme cihazlarıdır. İşitme kaybının derecesi, işitme cihazından yararlanamayacak seviyede ise koklear implant uygulanabilir.
İşitme engelli çocuğun rehabilitasyonu/habilitasyonu, işitme kaybının tanısı konulduğu andan itibaren başlamalıdır. Koklear gelişim doğuma kadar tamamlanır ancak nöral işitme yolları ve santral işitme merkezinin gelişimi ortalama 6 yaşa kadar devam eder. Bu yüzden erken ampflikasyon önemlidir.